Ana içeriğe atla

Marina Tsvetayeva "Rusya'dan Sonra" Çevirisi Üzerine





Salla, salla beni, yıldız kayığı!
Yoruldu başım dalgalardan!

Bu demir atma çabaları çoktan, -
Yoruldu başım duygulardan:

Marş - defne - kahraman ve Hydralardan, -
Yoruldu başım oyunlardan!

Otların ve çamların arasına yatırın, - 
Yoruldu başım savaşlardan...

12 Haziran 1923


Marina Tsvetayeva'nın şiirlerini çevirmemi 160. Kilometre'den Ömer Şişman önermişti. O dönem uzun kitaplardan ve çeşitli başka şeylerden ötürü çok yorgundum. Üstelik şiir yazmaya çalışmaktan vazgeçmiştim ve yakın gelecekte roman çeviremeyeceğim de ortadaydı. Yine de edebiyattan kopmak istemiyordum. Bu yüzden "günde 1 şiir çeviririm, iyi gelir" diye düşünerek kabul ettim.

Öncesinde çeviri dergilerine şiir çevirdiğim olmuştu tabii ki. Eşe dosta da çevirmiştim zaman zaman. Hatta Turgut Uyar'ın şiirlerini Rusçaya çevirmeyi bile denemişliğim var. Ama ilk kez bir toplu şiir çevirisi işine giriyordum ve başıma geleceklerden habersizdim.

Marina Tsvetayeva "Puşkin ve Pugaçov" adlı bir makalesinde (ki düz yazıları da muhteşemdir) imkânsızı sevmekten söz ediyordu. Şu kelimelerle: Pugaçov, ölüm korkusuna rağmen elini öpmeyen Grinyov'un kendisine hizmet etmesinin mümkün olmadığını biliyordu. Bildiği bir diğer şey de şuydu: Eğer ki bunun bir mümkünü olsaydı o, yani Pugaçov, Grinyov'u böyle sevemezdi. Onun bu imkânsızlığıydı ya işte asıl sevdiği. Burada Annenski'nin o ölümsüz sözü tüm ağırlığıyla duyuruyor kendini: "Ama ben tek bir şeyi severim - imkânsızı". (Pugaçov'un yanında nice yiğit, Grinyov'dan geri kalmayan nice delikanlı vardı. Ama hayır, ona gereken buydu, bu yabancı. Hayal edilmiş. İmkânsız. Mümkünsüz.)  

Şiir çevirisine "iyi gelir" gibi tuhaf bir düşünceyle girdikten sonra imkânsızı görünce yıkıldım. Sonra şunu hatırladım: Ben de aslında imkânsızı severim. Ondan yıla yıla severim. Böylece asla hayır gelmeyecek bu çetin işe el atmış bulundum.

Neden hayır gelmeyecek? Çünkü çeviri şiir genellikle hor görülür. Ama kendim de dahil çeviri şiirleri okumuş ve sevmiş birkaç insan tanıyorum. O birkaç insan değilse kimin için çalışıyoruz ki zaten?

Ve samimiyetle bu kitabın Türkçe Tsvetayeva için bir giriş olduğunu düşünüyorum. Devamı mutlaka gelecektir, okuru sabırlı olsun.

Mustafa Kemal Yılmaz olmasa birçok hata kalacaktı. Ömer Şişman olmasa hiç olmayacaktı. Nâlmes olmasa daha asık suratlı olacaktı. Zaman zaman okuyan birkaç dost olmasa ilerlemeyecekti. Herkese sevgi ve şükranla... 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çehov'un "Martı" oyunundan, yazar Trigorin'in tiradı

Yazanların ve yazmaya çalışanların her daim yaşadığı ve yaşayacağı kâbusu çok güzel anlatan şu parçayı çevirmesem olmayacaktı. İlgilisine: Nina: Dünya ne acayip! Size nasıl imrendiğimi bir bilseniz! Herkesin alnına ayrı yazı yazılmış. Kimileri sıkıcı, silik ömürlerini doldurmaya bakar, hepsi de birbirine benzer bunların, hepsi mutsuzdur; kimilerininse, mesela sizin –ki siz milyonda birsiniz– bahtınıza renkli, parlak, anlam dolu bir hayat düşer… Çok şanslısınız. Trigorin: Ben mi? ( Omuzlarını silker. ) Hmm… Ünden söz ediyorsunuz, mutluluktan, aydınlık, renkli bir hayattan, bütün bu güzel sözcükler benim için –kusura bakmayın ama– hiç yemediğim bir marmelattan farksız. Tabii siz çok genç, çok iyisiniz daha. Nina: Muhteşem bir hayatınız var! Trigorin: Nesi muhteşemmiş benim hayatımın? ( Saatine bakar .) Şimdi gidip yazmam gerekiyor misal. Üzgünüm, hiç vaktim yok… ( Güler .) Nasıl derler, bam telime bastınız şimdi, heyecanlanıyorum, biraz da sinirleniyorum doğrusu. Madem öyle konuş

R. Carver'ın "Tüyler" Öyküsü Üzerine

Okuduklarım üzerine yazma alışkanlığım yok. Carver'ın Tüyler 'ini (Can Yayınları, Ayça Sabuncuoğlu çevirisi) bir arkadaşımla üzerine konuşmak amacıyla okumuştum. O konuşmayı bir türlü yapamıyorduk. Ben de düşündüklerimi unutmamak için yazdım. Öyküyü okumamış biri bu yazıda heves kıracak detaylar bulacaktır. R. Carver'ın Tüyler öyküsünün güçlü tarafı, bir dizi sıra dışılıkla basitliğin iç içe geçmiş olmasında sanırım. Hayatta da öyledir. Basit, sıradan olduğunu düşündüğün insanlar gayet "tuhaf" şeyler yapar/yaşarlar. Öyküde tuhaf olan, olağanüstü rahatsız edici tavus kuşuyla olağanüstü çirkin bebek değil sadece. Olla ve Bud’ın ilişkisi de öyle. Bud, Olla’nın tüm çarpık taraflarıyla barışmış - eski dişlerini televizyonun üzerinde sergilemesi, bir tavus kuşuna sahip olma hayali, kızaracak kadar utangaç ve aniden ölçüsüzce açılacak (dişlerini tırnağını vura vura göstermesi) kadar umursamaz olması, misafirlere rağmen kuşu eve alma ısrarı. Aslında birçok evli çiftin yap

Richard Yates Öykülerinde Yalnızlık

Yalnızlığı soylu bir duygu ve durum olarak bellemiş biri için Yates’in öykülerindeki yalnızlık halleri ilkin biraz yadırgatıcı. Bu öykülerin methini Onur Çalı’dan (onun Sonra Hayat kitabından) duydum ve sonra beğenisine güvendiğim bir arkadaşım önerince alıp okudum. Doğrusu okuduğum en özel öykü kitaplarından biri bu. Yates öykülerindeki yalnızların hepsi sempatik değil, ama çoğunlukla mağdur ve bazen hastalar. Doktor Jack-o’-Lantern adlı öyküdeki sınıfa yeni gelen çocuğun hali mesela - ondan beklenen bir şekilde kendini sevdirmesi veya elinden gelmiyorsa uyum sağlayıp karışıp gitmesi akışa. Çocuk kendisini sevdirmeyi denemiyor değil ama beceremiyor işte. Mağduriyeti arttıkça ve yalnızlığı düğümleştikçe de saldırganlaşıyor. Zulüm görenin insansever değil zalimden daha zalim olması gibi doğal bir sonuç bu esasında.  İkinci öyküde ( Her Şeyin En İyisi ) Grace pek sevmediği biriyle evlenmek üzere olmanın yalnızlığında. Arkadaşı Martha’nın beğendiği türden havalı birileriyle